9 Eylül 2020 Çarşamba

08.09.2020

     O his geldi yine ve yazmak istedim. Hep buraya yazdığımdaki gibi sanki hava. Sanki o küçücük balkondayım, havanın kokularını soluyorum, şimdi olduğu gibi hafif üşüyorum. Sanki hala 16-17 yaşlarında bir çocuğum. Huzurla gelen bir his diyemem bunun için. Varlığını seviyorum ama. Bana her halimden daha çok ben olduğumu hissettiriyor. 

    Yüküm biraz artmış gibi hissediyorum. Playlistte bir anda Dave Bixby çalmaya başladı. Sürpriz! Morning Sun şarkısı. Çok severim. Zamanda veya zamansız bir yerlerde uçuyormuşum gibi hissettiriyor. Albüm kapağının renginde. Süzülerek. Ne diyordum. Yüküm artmış gibi hissediyorum, evet. Ama yükten ziyade sorumluluğum çoğaldı. Şu andaki haberlere 16 yaşındaki Dilara tanıdık olsa sevinçten kudururdu. Benden daha çok sevinirdi eminim. Markamla beraber ikinci kez bir dergide röportajım yayınlanacak. Hayallerime basamak basamak, çoğunlukla hala parasız tırmanıyorum. Keşke kazandığım para artık bir geçim kaynağı niteliği taşısa ve kafamdan koca bir sorun gitse. Bu yüzden bile biraz yarım seviniyorum bu gelişmelere. Ama bu konuyu da geliştirip düzelteceğim biliyorum. Şu anda bulunduğu konuma emek vererek geldim. Daha iyisini oldurmadan durmayacağım. Bir hayalim var. Hayalime sahip olacağım. Bu da kendime verdiğim başka bir söz. Çocukluğumdan beri verdiğim gibi. Çocukluk hayalimi gerçekleştirdim aslında. Şimdi sırada gençliğimin hayalini gerçekleştirmek var. Ama dile getirmeyeceğim. Sadece mutlu bir hayat kurmak istiyorum. Yorgunluğumda da, mutluluğumda da, ailemle, Eren'le beraber. Eminim gerçek olacağına. Karakterimde birden fazla olumsuz özellik var ama vazgeçmemek en büyüğü. İstediğimi oldurana kadar bırakmadım hiç Bu yüzden başaracağım. Dişimi tırnağıma takıp olduracağım. Kendime geçen sene yazdığım not gibi: Emek vermeden hikaye olmaz. 


    Yıllarımın tamamına tanık oldun ve oluyorsun. Umarım her hayalimi gerçekleştirdiğimde, hayatımın her döneminde yine burada olurum. Ah bir de aklıma sürekli lise geldi bugün. Çok andım. Aslında şu noktada bütün o kötü anılar yokmuş gibi iyileri ve güzel hisleri hatırlayıp aktarıyorum bir yerlere. Ama hepsi kocaman bir bütün. Ve geneli komik. İyi ki var oldular, herkes ve her şey!

12 Temmuz 2020 Pazar

11.07.2020

 Standart bir hayat yaşayan bir birey, ergenliğine tekabül eden yaşlardan itibaren vasiyet yazmaya başlar mı?

Bugün eski günlüklerimi okudum. Belki 7-8 yıldır görmüyordum çoğunu. Bir koli dolusu defter ve kağıt. Doğaçlama olarak sürekli yazıp çizmişim. Bunu da çok küçük yaşlardan beri yaptığımı farkettim. Günlüklerimin sayısının bu kadar fazla ve içinin bu kadar dolu olduğunu da unutmuşum açıkçası. İlk denk geldiğim şey vasiyetlerimden biri oldu. Buse'ye emanet etmişim. Böyle konularda en çok güvendiğim insandı. Geçen sene kavga edene kadar benim için empati kurabildiğini düşündüğüm biriydi. Pek öyle değilmiş sanırım. Üzücü bir keşif. Bulduklarımdan birinde vasiyetim bir playlist. Hep öldüğümde insanların bir evde toplandığını ve sevdiğim şarkıları dinlediğini hayal ediyorum. Ben müslüman değilim. Veya benzeri bir inancım da yok. Öldüğüm gün başı örtülü ağlayan kadınlar yerine şarap içip yaptığım aptallıkları hatırlayıp gülen insanlar düşünüyorum. Beni anmak böyle daha keyifli olur. Fonda şarkılarım olduğu müddetçe tabii ki...

 Daha eski bir vasiyette de benzeri şeyler var. Mal paylaşımı da yapıyorum. Mal varlığım; giysilerim ve kitaplarım. Hayatta en çok değer verdiğim maddi varlıklar. Kitaplarımın nakdi değeri çok yüksek gerçi. Fena bir miras değil. Onları ve bazı şeyleri paylaştırıyorum.

 Ölmeyi her zaman anılacağım bir eyleme dönüştürmeye çalıştığımı farkettim. Hala da öyle. Bu durumu hep "evrende iz bırakma" olarak düşünüyorum. Varlıklarımız uçucu. Eren'in sürekli hatırlattığı gibi karbon bazlı yaşam formu olduğumuz için silinmemiz de bir o kadar kolay işte. Erken yaşlarımda ölmeyi bir tür savaş kaybı olarak görüyordum bir de. Ama yaşlanmaya başladıkça ölümün bir tür kolaylık olduğunu bile farkettim. Açıkçası intihar etmeyi hayat için radikal bir karar olarak bile görmeye başladım. Çünkü yaşamak evrendeki en zor eylem. Bütün varlığımız bunun üzerine kurulu bile diyebiliriz. Bunu reddetmek imkansız. Her türlü durum kolaylaşıyorken yaşamak var olduğumuz ilk andan itibaren zorlaştıkça zorlaşıyor. Yok olma olasılığımız yükseliyor.

 Biraz da şöyle düşünüyorum. Yaşarken var olamadığım bir sürü formda var olabilirim öldüğümde. Kimseye söyleyemediğimi söyleyebilirim ve bu gerçekten istediğim etkide bile olabilir. Biri öldükten sonra bana karşı kırgın olduğunu öğrensem çok büyük bir suçluluk hissederdim mesela. Bazı insanlarda bunu hissetsin istiyorum çoğu zaman. Çok bencilce. Hem de çok. Ama beni yaraladınız ve bunun bir karşılığı olmadan hayatınıza devam ediyorsunuz.

 Bazen de şöyle düşünüyorum. Belki bir domino etkisi olur. Belki bir başkaldırı olur. Arkamda bıraktığım insanlara bir düşünceyi miras bırakırsam evrende bir şeyler değişebilirmiş geliyor.

 Çok fazla olasılıkla kendime cenaze törenleri tasarlıyorum. Sonuç olarak hala yaşıyorum. Ki ölecek olursam da tam da buradan hem kitabımı hem de vasiyetimi yayınlarım. Henüz değil ama. Bir de vasiyet playlistimi şuraya iliştiriyorum. buraya.

30 Haziran 2020 Salı

29.06.2020

 En kötü günümün arkadaşı. Arkada çal lütfen. Dı dı dı dımmm dı dı dım. Hep var ol. Beni taşı. Hep taşıdın. İlk günden beri. Sesimizi bütün uzaya duyuralım. Hep varolalım. Hep içelim ve söyleyelim. Sözsüz o şarkıyı. Bedenime baştan sona işleyelim ve tekrar tekrar. İlk defa duyuyormuş gibi. Hep aynı heyecanla. Aradan 10 yıl geçti. Nasıl değişmez? Her tanıdığım insan değişti. Nasıl değişmez? Kalbimde kocaman bir dans. Kocaman kocamaaan. Kocaman bir ah. Acı ahı. Ayı seyredelim. Hep izledi. Hep izledi. Hiç gitmedi. En kötü günümün arkadaşı. Sırtımızı sıvazla. Sarıl bana. Herkes gitsin ben varım. De. Çok yalnızım. Kalbiiim. Çok yalnızım. Bazen acıyor. Ne zaman haddimin fazlasını içsem ağlıyorum. Tam da bu yüzden. Sonlardaki kemanlar gibi. Beklenmedik bir yerinde çıkıyorum. Beni bekle. Yalnız bırakma. Ben hep aynıyım. Hiç değişmedim. Hep aynıyım. Kendimi yanıltmıyorum. Sonsuza kadar devam etsin. Hep aynı. Hep aynı rüzgar. Hep aynı.

 Koca kubbe evren. Ben sana hep fazla geleceğim. Hep. Hiç eksilmeyeceğim. Küçülsem bile evrene dağılacak her parçam. Ben hüzünün çocuğu. Yaşamak en büyük derdi. En ağır yükü. En büyük derdi. Çok zor geliyor. Yaşamak bana hep zor geliyor. Bir gün biterse ömrüm geride kocaman sahipsiz bir hüzün bırakacağım. Arkamdan hep dinleyin. Ben hep ağlayarak yazdım. O şarkı ve ben. Ömrümün bütünü. Tamamı. Ölümün kendisi gibi. Söz veriyorum yakamoz vursun uyuyacağım. Ağlamayacağım da. Hiçbir şeyim yokmuş gibi ağır ağır sırtlanacağım derdimi günlerimde. En ağır yükü.

 Ahh. İçimin sıkıntısı. Bitebilecek misin? Benimle var oldun yaşımı bile dinlemedin. Öleceksem sebebi sen olacaksın. Son anına kadar savaşacağım seninle. Yenemeyeceğim ama denedim diyeceğim. Ben yenilmekten hoşlanmam. Bu koca yalnızlıkta beraberiz. İkimiz, üçümüz. Bir sahilde avucum kadar istiridyeden çıkmış bir inci. Faioruz. Dhi'anou. Sen ve ben. Evrendeki her şey yok olsa da kalacağız. Bütün karanlık dinleyecek sonsuza kadar. Koskoca bir yalnızlık bu. Kimse dolduramayacak. İçimin koca kapkaranlığı.

23 Mayıs 2020 Cumartesi

21.05.2020

 Bazı günler benim elimde değilmiş gibi. Biri kontrol butonlarına basıyor ve ilerliyorum sanki. Rahatsız değilim asla çünkü akıştaymış gibi ilerliyor ve bitiyor. Son iki gündür normal hayattaymış gibi sokağa çıkıp yürüyorum. Normal olmayan normal. Çok garip ve çok yıpratıcı. Gelecek planlarımda asla bulunmayan bir şeydi bu. Sanki ortaçağdaymışız ve bir virüs yüzünden rutinimiz alaşağı oluyor. Bunu sindirmem çok, çok uzun sürecek.

 Bir sürü şeye kızgınım. Bazen içim soğuyor ama bazense hiç durmuyor. İnsan yalnızken daha çok. Bunu yine daha iyi anladım. Beynimin içinde hiç durmadan tartışan birileri var. Yine. Benim beynim hep böyle. Ya da kronik olarak depresyon, anksiyeten dolayı bunları durmadan yaşıyorum. Meditasyonu düzenli yapsam kafamdaki berraklık daha iyi olacak. Şu ara kusmuk gibi.

Arkada sezen aksu şarkıları açık. Birinci şarkıda çam kokularında çeşmealtındayım. İkinci şarkıda buseyle beraber alsancağa giden vapurdayım. Sonuncu şarkıda evrene yayılmış haldeyim. Bu kadından nefret ediyorum ama şarkılarını hayatıma soundtrack yapabilirim.

 "Kendini seçemiyorsun, bırakıp kaçamıyorsun, yazmadığın bir hikayede uzun ya da kısa vadede az biraz keşfediyorsun, öteki olabilmeyi, yerine koyabilmeyi, geride durabilmeyi öğreniyorsun." 

 Yine bu noktada hayatıma giren herkese ve olaylara dışarıdan baktığımda hayatıma aldığım insanlarla asla aynı yolda yürümediğimi daha net görebiliyorum. Büyük zannettiğim her şey nasıl küçük ve normal. İnsanları nasıl abartmışım ve beklentimi nasıl yükseltmişim ben bile inanamıyorum. Kendime çoğu anlamda toy ve saftirik diyebilirim. Herkesin asıl gayesinin iyilik olduğunu düşündüğüm saçma sapan bir ütopyada yaşamışım çoook uzun bir süre. Şu anda bende küçük hesaplar peşinde, işini halletmeyi etik kurallarım dahilinde bilen biri oldum. Sonsuz teşekkürler...

 Her şey olup bitiyor ama sonunda yine günü yalnız kapatıyorum. Yine de doğru bildiğimden şaşmadan yaşadım. Ne kadar zor da olsam kendimle gurur duyuyorum haklıya haklı diyebildiğim için. Kimseye minnet borcum olmasın diye yaşıyorum. Sevmediğim insanlardan uzak duruyorum. Kendime, kısacık hayatıma zorluk çıkaracak herkesi hayatımdan çıkarıyorum. Sonunda tek mi kalıyorum? Evet, aynen öyle. İçimde ukte kalan bir olay ve bir kişi bile olmasın istiyorum. Şu ana kadar da yok gibi. Biri hariç diyebilirim. Onunla da en yakın zaman içinde konuşmak ve içimde kalan kısmı söyleyip hayatımdan tekrar çıkarmak istiyorum.

 Çok büyük bir yalnızlık bu. Ama ben hayatıma girmiş insanların bana davranışlarından, bana biçtikleri değerden asla mutlu olmadım. Yalnızlığıma yalnızlık kattılar. Günün sonunda kendimi kullanılmış hissetmekten öteye gitmedim. Keşke yaptıklarım içinde pişman olmayacak kadar geniş yürekli olsam, olamıyorum. Elimden gelse hiçbirini yapmazdım. Ne vaktimi harcardım ne de hayatımda yer açardım.

 Şu noktada tekrar hesaplaşacağım o insanı çok daha iyi anlıyorum. Ne hissederek söylediğini biliyorum. Bana karşı hala haksız ama hissiyatını biliyorum en azından.


umarım çooook uzak ve mutlu olduğum bir ülkede bunu dinler bir sigara yakarım

ps: Sigarayı bırakalı neredeyse 3 yıl oluyor. O beni bırakmıyor gibi.
ps II: Bana yaşım büyüdüğünde küfrü bırakacağımı söyleyen kişi bunu görüyorsa hala küfrediyorum. Sadece seksist küfürler etmeden küfür etmeyi deniyorum.

15 Mayıs 2020 Cuma

15.05.2020

 Her gün gördüğünüz manzaraya bir de aynadan bakın bakalım? Aynı geliyor mu? Hayır. Her şey tam tersi. İlk defa görüyormuş gibi. Bir sürü hissiyat yok. Yenisi var. Alışkanlıkları alaşağı ediyor gibi. Merak uyandırıcı ama korkutucu.

 En büyük problemimiz bu belki de hep aynı açıdayız. Hep aynı şeyi görüyoruz ve farklı sonuçlar bekliyoruz. Aynayı tutan birisi olursa da eline vurup kovuyoruz. Düşman belliyoruz. Konuşmuyoruz. Düşünmüyoruz. Savunduğumuz her şeyin altının bomboş olduğunu biliyoruz bir anlamda. Bu farkındalık bizi değişimden uzak tutuyor. Çünkü bildiğimiz bütün evren yıkıldığında geriye sadece biz kalacağız. Tek başımıza. Yalnız. Bundan korkuyoruz tam olarak.

  Tartışamıyoruz. Öğrenemiyoruz ve bizim korkularımızı kullanmayı bilen kurnazlar her zaman bizden üstte yer alıyor. Bizim hayatımızı şekillendiriyor ve biz buna sadece dur yapma diyebiliyoruz. Çünkü aynı noktaya varıyoruz. Korkuyoruz. Kazanmaktan da, değişmekten de.

 Beynimin içinden geçen her şeyi konuşabileceğim biri olsa keşke ve saatlerce tartışabilsek.

5 Nisan 2020 Pazar

05.04.2020

 En eski dostum. Times New Roman fontum. Anılarım. Bazısı aynı şarkılar. Değişen hayat. Akışkan zaman. Hala aynı noktada ben.
 İyi ki değiştirmediler buranın arayüzünü. 2012'deymişim gibi bile hissedebiliyorum.
 Tam da şu an, bu noktada ve daha çok virgül kullanırken. 26 yaşında. Öğrenimini bitirmiş. Artık para kazanan biri olarak yazıyorum. Kendime sonsuz kere teşekkür ediyorum. Yaptığım her şeyi ama her şeyi iyi ki yaptım. Her hatamı öpüyorum. Her anımı öpüyorum. İyi ki o kadar çok ağladım. İyi ki o kadar çok güldüm. Düşündüm, gittim. Geldim. Bazen kıpırdamadım.
 Bütün iyi kileri sana sunuyorum. Bugüne kadar hep içimdeki küçük kızdı adın. Ama ne sen benden uzaktasın ne de ben sana yabancıyım. Bana herkesten çok yol gösterdin. 16 yaşında bana ders verdin. Bana birini sevmeyi öğrettin. Bana insanlardan gitmeyi öğrettin. Bana yaşamanın ne güzel bir şey olduğunu gösterdin. En iyi dostum oldun. Hep aynı noktada buluştuk seninle. Bu noktada hep bir bütün oldun. Bütün zamanlarda birleştik. Zamansız bir mekan bulduk. Dünüm de, bugünüm de, yarınım da. Tam bu nokta. Her şey benden gidecek ama sen kalacaksın. Biz bu noktayız. Bütün zamanlar bütünü. Hep buradayız. Hep o şarkılar. Arkada dönüp duracak. Kalbimizin ortasında dans eden şarkılar. Yaşımız bizden gidecek. Ama yine burada olacağız. Çünkü biz anlatıcılarıyız ömrümüzün. Hep söyleyecek şeyimiz var. Hep konuşacağız.
 Asla pişman olma. Farkındayım. Farkındayım.

6 Aralık 2019 Cuma

06.12.2019

   Düşünüyorum. Çok şaşırtıcı bir eylem değil mi? Nasıl giriş yapacağım konusunda kafam çok karışık. Şu anda yazmam gereken şey lisans teziyken, kimseye anlatsam dinlemeyecek veya dinlese de tartışamayacağım bir konuyu yazıyorum.
 
   Çok uzun zamandır aklımı kurcalıyor bu mevzu. Geçen Nisan ayında İstanbul'a gittiğimde eski adıyla Cercle d'Orient'ı görme ve içini gezme şansım oldu. Avm olan kısım değil de ana bina sayılacak yerini. Şimdiki adıyla Grand Pera. Etkilendiğimi söyleyemem. Ruhtan yoksun, garip bir restorasyon yapılmış. Arka kısımda izbe, bomboş bir avm. Bir kaç günüm orada geçti. Çıktığım merdivenler ve baktığım pencere, her şeyi bir geçmişe sahipti. Yükseldiği zamanda bir anlamı temsil ediyordu. İnsanlarda bir hissiyat uyandırıyordu. Belki görkemli, belki korkutucu, belki sıcaklık duygusu. Bunu tabii ki bilemem. İçinde var olmadım. Ama mekanlar zamanlarının izlerini taşır. Hisleri üzerlerine yapışır ve gören herkesi içine alır. Bunu biliyorum.

   Bu deneyimden aylar sonrasında Google'da geçirdiğim dipsiz saatlerden birinde İstanbul'daki eski binaları araştırırken buldum kendimi. Geneli Beyoğlu'nda bulunan zamanı için zenginliği, modern olmayı temsil eden ya da estetik değeri yüksek, bir dönemin mimari öğelerini içinde barındıran yapılardı. Yapılar demek bile az bence eser daha doğru bir tanımmış gibi geliyor. Bu eserlerden çok etkilendim. Fotoğraflar, yazılar... Bir sürü anı ve bir sürü hissiyat. İnsanlarda ortak uyandırdığı bir çok duygu bulunan bu yapılar ya restorasyon adı altında özel sektöre mâl edilip anlam kaybına uğramış ya da kaderlerine terk edilmiş. Bu noktadan sonrasında, bir çoğunun ihalelerle kimlere gittiğine dair haberleri, Emek Sineması'nın ve daha nicelerinin başına gelen olayları öğrenmiş oldum. Hep aynı kapıya çıkıyordum. Toplumsal hafıza ve mekan.

   Artık neyin bu kadar etkileyici olduğunu çok daha uzaktan görebiliyordum. Kameranın dışına çıkmış gibiydim. Bunu bu kadar rastlantısal keşfetmiş olmak biraz üzücü. Eminim ki bu konu hakkında araştırma yapan bir çok kişi vardır. Üzerine makaleler yazılmış ve araştırmalar elbette ki yapılmıştır. Fakat bu tabii ki de bizim ulaşamayacağımız raflara itelenmiş ve göremeyeceğimiz köşelere gizlenmiştir. Biz derken sosyoloji ve bu konuyla ilgilenen başka hangi alan varsa onunla ilgilenmeyen insanları kastediyorum. Çok basit. Toplumsal hafıza toplumların hareketlerini, kararlarını ve duygularını etkiler. Çirkinleşen şehirler, çarpık kentleşmeye tanınan olanaklar, nesilden nesile anlatılan yapılar, olaylar, anılar. Bunlar yok oldukça iyi ve kötü kavramımız değişiyor. Nasıl ki İstiklal Caddesi'nin eski fotoğraflarına bakıp, oradaki anı yaşamış ve o hissi paylaşmış grup artık bunu olduğu kabul etmiş ve geçmişin bir parçası olarak kabul etmişse bu durumun benzerini bir çok alanda görüyoruz. En çok dikkatimi çekense, insanlara refah hissi, gelişmişlik hissi veren mekanların yok edilip yerine hissiyatı dahi olmayan mekanların yaratılması. Bunun da bir algı bozma şekli olduğunu düşünüyorum. Özellikle günümüz toplumunda ekonomik, siyasi, sosyolojik, kültürel bir çok bozulma ve çaresizlik mevcutken bunlara karşı hiçbir şey yokmuş gibi devam edebilmemiz bu bozulmanın en çok istenen sonucu. İnsanlar aza tamah etmenin doğruluğunu, bulunduğu konuma minneti kabul etmiş ve ne kadar standart yaşam seviyesinin aşağısında olursa olsun bir kaç kelime söylendikten sonra hayatındaki her sorunu halletmiş gibi yaşantısına geri dönmeye kodlanmış.

    Bunu yazmaya beni iten tek neden Paris'teki eylemler. Toplum bilinci ne kadar yüksekse o kadar organize ve o kadar bir. Bu ülkede neden bu olmuyor diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Ama cevapları biliyorum. Cesaretsiz ve güvensiziz. Gölgenin altına sığınmadan varolmaktan korkuyoruz. Kendi omurgamız yok. Çaresizliğe alıştırılmışız. İyinin ne olduğunu önümüze sunulmadığı müddetçe görmüyoruz.

   Çok korkuyorum aslında. Zihnimde uğulduyor. Tahminimden daha çok endişeliyim ülkenin geleceği için. Değişmeyeceğini kabullenmek istemiyorum. Çaresiz olmaya alışmaktan korkuyorum ama başkası bir iyiyi sunmadan iyiyi görüyorum. Biliyorum ve istiyorum. Herkes için. Ekonominin artık lüksten vazgeçme kısmını çoktan geçip ihtiyaçtan kısmaya geldiğini gözlerimle görüyorum. Sınıflar arası uçurumların büyüdüğünü, tepkisizliğin bir alışkanlığa dönüştüğünü görüyorum.

  Korkuyorum. Bir daha Gezi olursa sokağa çıkar mıyım? Bilmiyorum. Ölmek istemiyorum. Güzel bir hayat yaşamak ve güzel olan her şeyle var olmak istiyorum. Sistem değişsin istiyorum. Özgürlük istiyorum. Korkmamak istiyorum. Travmalar edinmek istemiyorum. Bu ülkenin kocaman bir kansere dönüşmesini istemiyorum. Ama dönüşeceğini biliyorum. Görüyorum.

   Diyeceğim bu kadardı. Bu blogu bilen kişi kalmadı sanıyorum. Bunu konuyu konuşabileceğim bir kişi de kalmadı. Hayatım öğrendiklerime, sezdiklerime şaşkınla bakarak geçiyor. Geçecek de. Gözüm hep yukarıda. Hissi olan binalarda, insanların içini ısıtan mekanlarda. Güzel anılar buldukça yürümek için daha çok yolumu uzatacağım bütün o yollara. Birilerinin güzel hayatlar yaşadığı, güzel müzikler dinlediği, sevgisiyle doldurduğu o yerleri her zaman beynime kaydedeceğim. Elimden geldiğince de sevdiğim herkese bu hissi vereceğim. Umarım bir gün her şey güzel olur. Hala hiç kırılmamış gibi duran umudumla bunu diliyoruz.

   Son bir not: Aynı kaderi benim şehrim İzmir'de paylaşan bir yapı daha var. Eski tütün deposu. Mimarisiyle oraya bir çok güzel his yüklüyordu. Tabii ki gökdelen olması için satılmadan önce. Şimdi kendisini Zorlu Konak olarak göreceğiz. Bir çok anıyla beraber kaybolmuş halde.

İlgili Yazı: http://www.postseyyah.com/austro-turk-tutun-deposu/
İlgili Haber: http://www.turkiyeturizm.com/zorludan-izmir-siluetine-146-metrelik-hancer-60274h.htm