6 Aralık 2019 Cuma

06.12.2019

   Düşünüyorum. Çok şaşırtıcı bir eylem değil mi? Nasıl giriş yapacağım konusunda kafam çok karışık. Şu anda yazmam gereken şey lisans teziyken, kimseye anlatsam dinlemeyecek veya dinlese de tartışamayacağım bir konuyu yazıyorum.
 
   Çok uzun zamandır aklımı kurcalıyor bu mevzu. Geçen Nisan ayında İstanbul'a gittiğimde eski adıyla Cercle d'Orient'ı görme ve içini gezme şansım oldu. Avm olan kısım değil de ana bina sayılacak yerini. Şimdiki adıyla Grand Pera. Etkilendiğimi söyleyemem. Ruhtan yoksun, garip bir restorasyon yapılmış. Arka kısımda izbe, bomboş bir avm. Bir kaç günüm orada geçti. Çıktığım merdivenler ve baktığım pencere, her şeyi bir geçmişe sahipti. Yükseldiği zamanda bir anlamı temsil ediyordu. İnsanlarda bir hissiyat uyandırıyordu. Belki görkemli, belki korkutucu, belki sıcaklık duygusu. Bunu tabii ki bilemem. İçinde var olmadım. Ama mekanlar zamanlarının izlerini taşır. Hisleri üzerlerine yapışır ve gören herkesi içine alır. Bunu biliyorum.

   Bu deneyimden aylar sonrasında Google'da geçirdiğim dipsiz saatlerden birinde İstanbul'daki eski binaları araştırırken buldum kendimi. Geneli Beyoğlu'nda bulunan zamanı için zenginliği, modern olmayı temsil eden ya da estetik değeri yüksek, bir dönemin mimari öğelerini içinde barındıran yapılardı. Yapılar demek bile az bence eser daha doğru bir tanımmış gibi geliyor. Bu eserlerden çok etkilendim. Fotoğraflar, yazılar... Bir sürü anı ve bir sürü hissiyat. İnsanlarda ortak uyandırdığı bir çok duygu bulunan bu yapılar ya restorasyon adı altında özel sektöre mâl edilip anlam kaybına uğramış ya da kaderlerine terk edilmiş. Bu noktadan sonrasında, bir çoğunun ihalelerle kimlere gittiğine dair haberleri, Emek Sineması'nın ve daha nicelerinin başına gelen olayları öğrenmiş oldum. Hep aynı kapıya çıkıyordum. Toplumsal hafıza ve mekan.

   Artık neyin bu kadar etkileyici olduğunu çok daha uzaktan görebiliyordum. Kameranın dışına çıkmış gibiydim. Bunu bu kadar rastlantısal keşfetmiş olmak biraz üzücü. Eminim ki bu konu hakkında araştırma yapan bir çok kişi vardır. Üzerine makaleler yazılmış ve araştırmalar elbette ki yapılmıştır. Fakat bu tabii ki de bizim ulaşamayacağımız raflara itelenmiş ve göremeyeceğimiz köşelere gizlenmiştir. Biz derken sosyoloji ve bu konuyla ilgilenen başka hangi alan varsa onunla ilgilenmeyen insanları kastediyorum. Çok basit. Toplumsal hafıza toplumların hareketlerini, kararlarını ve duygularını etkiler. Çirkinleşen şehirler, çarpık kentleşmeye tanınan olanaklar, nesilden nesile anlatılan yapılar, olaylar, anılar. Bunlar yok oldukça iyi ve kötü kavramımız değişiyor. Nasıl ki İstiklal Caddesi'nin eski fotoğraflarına bakıp, oradaki anı yaşamış ve o hissi paylaşmış grup artık bunu olduğu kabul etmiş ve geçmişin bir parçası olarak kabul etmişse bu durumun benzerini bir çok alanda görüyoruz. En çok dikkatimi çekense, insanlara refah hissi, gelişmişlik hissi veren mekanların yok edilip yerine hissiyatı dahi olmayan mekanların yaratılması. Bunun da bir algı bozma şekli olduğunu düşünüyorum. Özellikle günümüz toplumunda ekonomik, siyasi, sosyolojik, kültürel bir çok bozulma ve çaresizlik mevcutken bunlara karşı hiçbir şey yokmuş gibi devam edebilmemiz bu bozulmanın en çok istenen sonucu. İnsanlar aza tamah etmenin doğruluğunu, bulunduğu konuma minneti kabul etmiş ve ne kadar standart yaşam seviyesinin aşağısında olursa olsun bir kaç kelime söylendikten sonra hayatındaki her sorunu halletmiş gibi yaşantısına geri dönmeye kodlanmış.

    Bunu yazmaya beni iten tek neden Paris'teki eylemler. Toplum bilinci ne kadar yüksekse o kadar organize ve o kadar bir. Bu ülkede neden bu olmuyor diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Ama cevapları biliyorum. Cesaretsiz ve güvensiziz. Gölgenin altına sığınmadan varolmaktan korkuyoruz. Kendi omurgamız yok. Çaresizliğe alıştırılmışız. İyinin ne olduğunu önümüze sunulmadığı müddetçe görmüyoruz.

   Çok korkuyorum aslında. Zihnimde uğulduyor. Tahminimden daha çok endişeliyim ülkenin geleceği için. Değişmeyeceğini kabullenmek istemiyorum. Çaresiz olmaya alışmaktan korkuyorum ama başkası bir iyiyi sunmadan iyiyi görüyorum. Biliyorum ve istiyorum. Herkes için. Ekonominin artık lüksten vazgeçme kısmını çoktan geçip ihtiyaçtan kısmaya geldiğini gözlerimle görüyorum. Sınıflar arası uçurumların büyüdüğünü, tepkisizliğin bir alışkanlığa dönüştüğünü görüyorum.

  Korkuyorum. Bir daha Gezi olursa sokağa çıkar mıyım? Bilmiyorum. Ölmek istemiyorum. Güzel bir hayat yaşamak ve güzel olan her şeyle var olmak istiyorum. Sistem değişsin istiyorum. Özgürlük istiyorum. Korkmamak istiyorum. Travmalar edinmek istemiyorum. Bu ülkenin kocaman bir kansere dönüşmesini istemiyorum. Ama dönüşeceğini biliyorum. Görüyorum.

   Diyeceğim bu kadardı. Bu blogu bilen kişi kalmadı sanıyorum. Bunu konuyu konuşabileceğim bir kişi de kalmadı. Hayatım öğrendiklerime, sezdiklerime şaşkınla bakarak geçiyor. Geçecek de. Gözüm hep yukarıda. Hissi olan binalarda, insanların içini ısıtan mekanlarda. Güzel anılar buldukça yürümek için daha çok yolumu uzatacağım bütün o yollara. Birilerinin güzel hayatlar yaşadığı, güzel müzikler dinlediği, sevgisiyle doldurduğu o yerleri her zaman beynime kaydedeceğim. Elimden geldiğince de sevdiğim herkese bu hissi vereceğim. Umarım bir gün her şey güzel olur. Hala hiç kırılmamış gibi duran umudumla bunu diliyoruz.

   Son bir not: Aynı kaderi benim şehrim İzmir'de paylaşan bir yapı daha var. Eski tütün deposu. Mimarisiyle oraya bir çok güzel his yüklüyordu. Tabii ki gökdelen olması için satılmadan önce. Şimdi kendisini Zorlu Konak olarak göreceğiz. Bir çok anıyla beraber kaybolmuş halde.

İlgili Yazı: http://www.postseyyah.com/austro-turk-tutun-deposu/
İlgili Haber: http://www.turkiyeturizm.com/zorludan-izmir-siluetine-146-metrelik-hancer-60274h.htm